osmanlı'nın en geniş sınırlara ulaştığı dönemde fahri seyyahlık yapan bir şahıstır. bu cümledeki iki unsur, en geniş sınırlar ve fahri seyyahlık, onun ayırt edici unsurlarındandır. ilk olarak islam dünyasında (ibni fadlan) ve dolayısıyla osmanlı'da da seyyahlık genellikle vazife üzerine gerçekleştirilir ancak evliya çelebi bunu kendi isteğiyle, kendi parasıyla, imkanlarıyla yapmıştır. babası sarayda kuyumcubaşı olduğundan ve ailesiyle saray arasında bazı akrabalıklar bulunduğundan o dönem varlıklı birisi olduğu rahatlıkla söylenebilir. buna istinaden katiplik görevi yaptığı saraydaki işinden istifa ederek gezmeye başldığından da bahsedeyim. gezisini yapmasına vesile olan şey 20'li yaşlarında sekreterliğini yaptığı paşanın viyana'ya diplomatik bir görev için gönderilmesidir. bu paşayla birlikte ilk seyahatini yapıar, aynı zamanda bu seyahat evliya'nın yurt dışına çıktığı tek gezisidir. bu seyahatten sonra içerisinde oluşan gezi aşkını bir rüya ile güzeller. ruyasında hz. muhemmed'i görür, "şefaat ya muhammed" yerine rüyasında dili sürşer "seyahat ya muhammed" der. bu rüya tasviriyle birlikte seyahat etmeyi kendisine misyon edinir. kendisiyle karakter olarak birkaç gelişimde de bulunmak gerekirse: enderun'da eğitim görmüştür. arapça ve farsça sullar seller gibi olmakla birlikte macarca ve latince'ye de belirli bir seviyede hakim olduğu seyahatnamesinden çıkarılabilmektedir.
başlangıçta belirttiğim ikinci önemli unsur olan osmanlı'nın en geniş toprakları meselesi islam cografyası için çok önemlidir. zira islam dininde dünya ikiye ayrılır, dar'ül harp ve islam alemi. yurt dışı sayılan dar'ül harbe asla barış maksatlı gezi, ziyaret gerçekleştirilmez. o dönemki şer'i kuralları böyleydi, dönemin özelliklerine göre gitmekte yarar var ancak günümüzde bu kurallar rafa kalkalı çok oldu tabii ki. şimdi bu kuralın neden üstünü çiziyorum çünkü dönem için gerçekten çok katı uygulanan bir kural olmakla birlikte, günah olarak görülmesi nedeniyle müslümanları türlü yollarla etrafından dolandırtmıştır. mesela sultan abdülhamit londra ve paris gezilerinde dar'ül harbe adım atmamak için önüne osmanlı'dan getirilen toprak serpilmiştir. keza ibn fazlan bulgarlara ziyarette bulunurken islamı yaymak amacıyla gittiğini vicdan rahatlatıcı unsur olarak kullanır ve eserinde sıkça yer verir. bütün bunlar ve diğer örneklerle zengileştirildiğinden türk-islam kültüründe ecnebi topraklara gitmenin sakıncalı görüldüğü anlaşılmaktadır. şimdi evliya'ya geri döndüğümüzde o dönemin coğrafyasında batı'da viyana'ya kadar doğu'da azebaycan ve iran kuzey'de bulgar, güneyde arap yarım adası ve kuzey afrika kıyılarına kadar bahsedebileceğimiz bir coğrafya söz konusu. böylelikle evliya'nın avantajı islam alemi içerisinde çok geniş toprakları gezebilmesi olduğunu söyleyebiliriz, bu açıdan farklı kültürlere ve koşullara tanıklık etmesi gerçekten mühimdir.
gezdiği yerleri üç katman üzerinden değerlendirir evliya; tarih, mekan ve halk. bölgenin tarihine seyahatinde yer verir, mimari yapılara özenle dikkat eder ve sayısal bilgilerden bahseder. o dönemde belgrad'da yüzlerce cami(tam sayısıyla), onlarca kilise ve havranın varlığından söz eder. bu şu açıdan önemldir. geçmişe bakıldığında belgrad'da yüzlerce cami olmasına rağmen günümüzde bu sayının birkaç tane olması şu an elde edemeyeceğimiz geçmişe dönük mimari projeksiyonu gözler önüne serebilir.
önemli gördüğüm diğer unsur da halkın folklorik birikimine doğrudan tanıklık edebilmesidir. her ne kadar evliya istanbul bürokrasisinde önemli bir aileden gelse de istanbul dışında tanınırlığı olmadığı için tamamen sivil bir şekilde halkla birlikte vakit geçirebilmiş, doğrudan kültürel etkiyi eserine aktarabilmiştir. zira bakıldığında eski türkçe'de obur(cadılar çocuk yediği için öyle dendiği düşünülür) kelimesinin kullanılmış olduğu görülür. bu lingusitik günümüzdeki cadı kelimesiyle eşdeğer sayılır. halk efsanelerini bolca dile getirir, buna yer yer inanarak yer verir. örnegin balkanlara gerçekleştirdiği ziyaretlerin birinde bir handa konaklarken hancı kadının tavuğa dönüştüğünü ve buna bizzat şahitlik ettiğinden bahseder, ancak bunun günümüzdeki yorumu genellikle sarhoşluğuna vurulur. buna benzer olağanüstulüklere eserinde oldukça fazla yer verir.
benim en çok dikkatimi çeken bir hikayesi de avrupa kıtasına yaptığı gezilerinden birinde geçer. beyin ameliyatı yapılacağını duyan evliya, beyin neye benziyormuş merak eder ve şahitlik eder. ameliyatı yapan doktor hastanın kafatasını yarar, içerisindeki cismi çıkarır. sıra yarayı kapamaya gelir. burada doktor daha önce evliya'nın görmediği bir teknik uygular. aç bırakılmış karıncaları yara açıklığın getirip ısırtır, karınca yarayı ısırdıktan sonra kafası kesilir, kancaları orada kafasıyla beraber kaldığından dikiş böylece atılmış olur. her ne kadar hayal ürünü gibi gelse de bu teknik cerrahi işlemlerin tarihçesinde yer alır ve tamamen gerçektir.
evliya'nın o dönemin atmosferini, kültürünü, şartlarını yansıttığı seyahatnamesi çok değerlidir. şunu unutmamak gerekir ki evliya bu eseri yazarken kitaplar haline getirileceğini bilmiyordu, bu açıdan yaklaşmak çok önemledir. bütün bunlara ek olarak eseri 10 cilttir, son cildi kahire'yi anlatır. hac dönüşünde kahire'ye uğradığı ve burada vefat ettiği düşünülür, mezarı yoktur. eser sonradan bilinmeyen bir mısırlı yönetici tarafından bilinmeyen bir osmanlı sultanına hediye olarak gönderilmiştir. daha sonraki yüzyıllarda yabancı bir araştırmacı saray kütüphanesini ziyatinde bu eseri keşfeder ve yayınlar, ülkesinde dönerken de(viyana diye hatırlıyorum) kutadgu bilig'i de yanında götürür (orijina nüshası). 1990'lı yıllara kadar gerek latinize edilmediğinden gerek yeterli önem gösterilmediğinden pek bilinmez. 90'lı yıllarda yapıkredi yayınları uzman bir ekiple latinize eder ve günümüzde bizim anlayacağımız haline getirir.
Yorumlar
Yorum Gönder